


CUPRA Tindaya: Basın Bülteni mi, Şiirsel Bir Fantezi mi?
Tindaya, “Sürücüsüz Olmaz, CUPRA Olmaz” sloganı etrafında şekilleniyor. Bu, birçok otomobil üreticisinin peşinden koştuğu otonom geleceğe ince bir gönderme. CUPRA için sürücü hâlâ deneyimin merkezinde. Her şey duygusal bir tiyatro olarak sunuluyor: Işıkla nabız atan logo, “nefes alan” ön yüz, devasa 24 inçlik ekran ve kontrol modülü olarak sunulan cam prizma “The Jewel”.
Görsel olarak fikirler adeta yarışıyor: Geniş ön ızgara, abartılı 23 inç jantlar, gergin omuz çizgileri ve çift arka spoyler, mühendislikten çok bir video oyunu tasarımını andırıyor. İç mekânda ise karşılıklı açılan kapılar, Eames esintili koltuklar ve “sürükleyici deneyim” vadeden Sennheiser ses sistemiyle hikâye devam ediyor.
CUPRA üç mod sunuyor: Immersive Experience (dikkat dağıtmayan sürüş), Rider Experience (adrenalin arayanlara) ve Tribe Experience (marka topluluğuyla bağ kurmak isteyenlere). Şiirsel anlatımı bir kenara bırakırsak, bunlar her üreticinin sunduğu sürüş modlarının daha süslü isimlendirilmiş halleri.
Malzeme tarafında ise sürdürülebilirlik öne çıkarılıyor: keten lifi, 3D baskı alüminyum ve biyobazlı deri. Ancak bunların endüstriyel üretime geçip geçmeyeceği belirsizliğini koruyor.
Sonuçta CUPRA Tindaya, otomobilden çok bir sahne dekoru. “Duygu” ve “topluluk” üzerine kurulu bir marka hikâyesi satıyor, ama en basit soruyu es geçiyor: Buna benzer bir araç gerçekten yollara çıkacak mı?